1.5.12

Üniversite Özerkliği Nedir?

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi

YÖK yasasının tartışılması ile birlikte üniversitelerde en çok konuşulan konu üniversite özerkliği olmaya başladı. Bazıları üniversitelerde özerkliğin olmadığını belirtirken, bazıları da üniversitelerin mevcut hali ile özerkliğinin korunmasının yeterli olacağını belirtiyorlar.
Ancak üniversite tarihi kaynakları ise özerkliği üniversitelerin olmasa olmazları olduğunu belirtmektedirler. Bilim yuvalarında akademik özgürlük, yüzlerce yıllık bir din, otorite ve üniversite yöneticileri ile bilim adamlarının çatışmasında galip gelerek kendisini ifade edebilme sürecini kazanmıştır. Aslında üniversitelerde bu konu insanın evrenselleşme süreci olan yazının bulunması ile başlayan bilginin karşı tarafa aktarımı, saklanması ve daha derinden de bu yolla güç merkezi haline gelmesi ile başlamıştır. İnsanın doğayı anlaması ve onun yasalarını kullanarak doğayı kontrol altına alma sürecinde farklı metotların kullanımı önemli olmuştur. Biraz geçmişe baktığımızda bu kavga, biyogenezciler ile abogenezciler arasında, idealistler ile materyalistler arasıda, gözlem ve deneye dayalı bilim ile hurafenin kavgası şeklinde süregelmiştir. Temelde sorun Baco’nun belirttiği gibi “bilimin güç kaynağının kontrolü üzerinde yoğunlaşmaktadır”. Bu çatışmalarda gözlem ve deneysel olarak oluşan sistematik bilginin galip gelmesinin yarattığı bilgi birikimi ve teknolojik bilim gücünü elinde bulunduran batılı ülkeler bütün dünyayı istedikleri gibi yönetmektedirler. Örnek olarak organize olamamış, sistematik bilgi birikimini oluşturup bunu teknolojiye dönüştüremeyen Irak gibi petrol zengini ülkelerin yiğitliği delikli tüfeğin etkisi altında ezilmektedir.

Bilginin değer olarak toplumun refah düzeyinin yükseltmesinin ancak yaratıcılık ile olabileceği ve yaratıcılığın da ancak özgür ortamda sağlanabileceği belirtilmektedir. Eski deyimi ile filozofların bütün uğraşıları özgür (özerk) ortamlar yaratmak olmuştur. Nedir bu özgür veya özerk üniversite ortamı? Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Özerk; Ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme yetkisi olan (kuruluş) muhtar, otonom. Özerklik ise; Bir topluluğun, bir kuruluşun kendine özgü yasalarla kendi kendini yönetme hakkı, muhtariyet, otonom. Veya bir kişinin, bir topluluğun kendi uyacağı yasayı kendisinin koyması” şeklinde ifade edilmektedir.

Ülkemizde son yıllarda üniversitelere biçilen rol normal okullardan farklı olmadığı için üniversiteyi tanımayan veya başak bir üniversite ortamının havasını solmadığı için, üniversite kavramının büyüklüğünü hayal dünyası ile süsleyememektedir. Üniversitelerde artı değerin ne oluğu, bu kurumlarda nelerin öğretildiği, bu kurumlara kimlerin öğrenci olarak kabul edilebileceği, kimlerin hoca olabileceği veya hocalarının niteliği nasıl olması gerektiği şeklindeki soruların cevapları tam anlaşılmamaktadır. Üniversite ortamı kişiye ne kazandırır, kişiyi hayata nasıl hazırlar gibi soruların cevapları ancak üniversitenin doğru tanımlanması ile açıklanabilir. Evrensel kurumalar olarak üniversiteler; felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır.

Bu anlamda üniversite tanım olarak bir kaç şekilde ifade edilebilir, fakat en yaygın ifade ile; kamu yararı için bilgi üreten, bilgiyi ileten ve yayan özerk bir öğretim ve araştırma kurumudur. Üniversitelerin sorunları evrensel boyutta olduğu için sınırlarının alanları dünyanın da sınırlarının ötesine taşınan yapıdadır. Bu ortamlarda her türlü düşünce otoriteye, tabulara ve kişilere bağlı olmaksızın tartışılmaktadır. Yani hayata dair her şeyi sorgulayan, nereden geldik nereye gidiyoruz, bu dünyada bulunma sebebimiz nedir?, Bu dünya ne zaman kuruldu?, yer yüzeyindeki bütün oluşumlar kendiliğinden mi oluştu yoksa bunların bir sahibi var mı?. Kimya, fizik ve biyoloji arasındaki yasalar nelerdir, uyum veya uyumsuzluğun kaynağı nedir gibi arkası gelmez sorular üniversitelilerin kafalarındaki sorulardır. Bu soruların sorulması ve cevaplandırılması insanlığa pahalıya mal olmuştur. Ancak aklın yani sağduyunun geldiği nokta bu soruların Oktay Sinanoğlunun deyişi ile üniversite yani evren kentlerde bağımsız olarak işlenmesi şeklinde olmuştur. Binlerce sayfalık Bilim Tarihi belgelerinin çoğunluğu bilimin özgürleşmesi için yapılan felsefi tartışmalar ile ilgilidir. Batı toplumları bu çatışmadan yararlanmasını bilmiş ve 11. ve 12. yüzyıllarda kurulan resmi üniversitelerinde bilimi özgür ortamda yürütmek için kendisine üniversal (evrensellik) anlamına gelen üniversite ismini almıştır. Böylece bulundukları merkezi otoritenin müdahalesinden kendilerini kurtarmaya çalışmışlardır. Bu çatışma doğu toplumlarından farklı olarak batı toplumlarında daha derin ve sistematik olarak devam etmiştir. Tarih öncesi doğuda Çin, Hindistan, Mısır, Arap yarımadası ve Mezopotamya da sorulan bu soruların kurumsallaşmayan yapısı batıda Yunan ve Roma’da kurumlaşmış ve bugünkü özerk üniversitelerin yapısını oluşturmuştur. Batıda kurulan bütün üniversitelerde kilisenin ve devletin kendi varlıklarını haklı çıkarma taleplerinden arınmak için özerkliği birinci koşul olarak ortaya koymuşlardır. Çünkü bu toplumlar Emmanuel Kantın’da belirttiği gibi aydınlanmış bilinç her türlü otorite karşısında kendisini bağımsız hisseder düşüncesinin ne anlama geldiğini bilmişlerdir. Evet aydınlanmış bilinç dünya sorunlarına eleştirel bakmayı başaran bilinçtir. Aydınlanmış bilinci hiç kimsenin, ideolojilerin kilisenin, kralın etkisine girmez. Ancak kilise ve krallar yer yüzeyini yönetme gücünü tanrı tarafından kendilerine verildiğini iddia ederek başka bir gücün oluşmasını kabullenmemişler ve her seferinde bilgiyi kontrollerinde tutmayı istemişlerdir.

Bütün dünyada kayıtlı ve kayıtsız üniversite tarihlerine baktığımıza bilginin, bir gücün kontrol altında tutulması hep resmi otorite (ki en ilerici devlet veya yönetici bu bağlamda statükocu) ile dinamik güçler arasında geçmiştir. O dönemin kralları bilgiyi kendi amaçları için kullanmak istemiş fakat bilim buna pek sıcak bakmamıştır. Dönemin kıralı, Arşimet’ten düşman gemilerini denizde batırmak için bir sistem geliştirmesini istediği fakat bilginin bunu istemeyerek yaptığı söylenir. Bu çatışmanın diyalektiği gereği karşılıklı savlar gelişmiş ve bu tartışma ortamları bilimin özgürlüğünün önemini ortaya çıkarmıştır. Bilimin özgür olarak yapılması ve resmi otoritenin etkisinden kurtulması için verilen üniversiteleşme süreci bilim lehine kazanılmış görünse de yine resmi otorite bilimi bir şekilde kontrol etmeyi elden bırakmamıştır.

Bütün ortaçağın bilim ve düşünce özgürlüğü üzerindeki etkilerinin bir birikimi olsa gerek, Üniversitelerdeki akademik özgürlük Berlin Üniversitesinin kurucularından Wilhelm von Humboldt girişimleri ile resmileşmiştir. 1809 yılında kurulan Berlin üniversitesinin çatısını ve bilimsel anlayışını belirleyen Humboldt üniversitenin hedefini.
Öğretinin felsefe yolu ile sağlanması
Temel bilimlerin derinlemesine işlenmesi
Araştırma ve öğretim birliğinin sağlanması
Devlet ve kiliseye karşı olmak, olarak belirlemiştir.

Ancak ,üniversitelerin temel görevi olan bilgi üretmek ve yaymakta daha üst organlar olarak sınırları aşmak zorunda olmalıdırlar. Modern batı üniversitelerinin ürettiği bilgi teknolojisi bugün yine kendilerini destekleyen devlete artı değer kattığı bir gerçektir, ancak bu üniversiteler de idari, mali özerkliğe sahip üniversitelerdir. Kendi bilim politikasına uygun olarak bütçesini yapan, ulusal ve uluslararası bilim kuruluşları ile organik bağ kurabilen ve bu kararlarında kendi etik kurallarına bağımlı kurumlar olmalı üniversitelerdir.

Yeni YÖK yasasında üniversitelerin devlet ve sermaye ilişkisi ne ölçüde olmalı sorusunun doğru cevaplandırılması gerekir. Bugün ki dünyanın gerçeği, üniversiteler sınırları içinde bulundukları devlet tarafından desteklenmeli mantığını gerektirmektedir. Sermaye ve iş çevreleri üniversiteler ile Ar-Ge bağlamında işbirliği sağlayabilmelidir. Burada sorulması gereken soru neden bilime yani bilimin ürünü olan bilgiye ihtiyaç duyarız? Bu ihtiyacı bilim insanları mı yoksa ortam yani yaşam koşulları mı belirler yoksa otorite mı belirler? Hangisi belirlerse belirlesin, bilimin ihtiyaca karşı verdiği yanıt özerklik mı olmalı? Ve sınırı nereye kadar olmalıdır. Akademik özgürlük nasıl olmalı, özerk üniversite nedir, nasıl bir eşleyişe sahip olmalıdır, yeryüzünde örnek özerk bir üniversite var mıdır? Varsa hangi ülkede var? Bilim adamları ücretlerini neye göre ve kimden alırlar? Ücretli insan bağımlı insan mısır? Özel üniversite, vakıf üniversitesi, devlet üniversiteleri bilim özerkliği içerisinde nasıl değerlendirilmelidir. Eğitim ve öğretimin sınırlarını kimler ve nasıl belirlemelidir? bilim=para ilişkisi günümüz üniversite bilinci ile nasıl bağdaşlaştırılır. Bilimi kimler ne için üretirler? gibi çok sayıda soru gerçek üniversite ortamında sıkça sorgulanması gerekir.

Bugün halen bu gelenekten gelen modern dünyanın üniversitelerde bu süreç kısmen devam etmektedir. Ancak azgelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkede üniversiteler mali bağımlılığından dolayı devlet ve sermayenin etkisinden çıkamamıştır. Geçmişte az para ve ağırlıklı olarak felsefi boyutta yapılan bilim ve eğitim sanayii devrimi ile artık yerini ağırlıklı olarak araştırmaya dayalı laboratuvara bırakmaya başlamıştır. Bu noktadan itibaren özgür evrensel üniversite araştırma yapmak için gereksinim duyduğu mali kaynaktan dolayı resmi otoritenin etkisine girmeye daha da zorlamıştır. Otorite bir şekilde bilimin gücünü kendi çıkarı için kullanmak istemektedir. Bilim gücünün geçen yüzyılda, sermayenin isteği doğrultuda yönlendirilmesi özelikle de askeri alanda kullanılması ve nihayet atom bombasının kullanımı ile bilim etik sorunu sıkça konuşulmaya başlamıştır.

Üniversitenin toplum ve dünya karşısındaki yükümlülüğü, eğitimde bilimsel tutarlılık ve kaliteyi teminat altına almak için hiç bir etki altında kalmadan sağlamak zorundadır. Bu yükümlülüğü yerine getirmek için, 1988'de 29 Avrupa Üniversitesi Rektörleri tarafından Bolonya'da imzalanan "Magna Charta Universitatum"da da açıkça ifade edildiği üzere, Üniversitede bilimsel araştırma ve öğretim, gerek ahlaki açıdan gerekse entelektüel yönden, her tür siyasi ve ekonomik etkiden bağımsız olmalıdır. Söz konusu Bolonya deklarasyonundan belirlenen bazı ilkeler şöyle sıralanabilir. Gelişmiş batı üniversitelerinin bir çok Senatoları ve Mütevelli Heyetleri aşağıdaki evrensel ilkeleri kamuoyuna deklere ederek, öğretim kadrosu ve yönetimi, araştırma, düşünce ve ifade özgürlüğünün eksiksiz bir şekilde sağlanmasında ve korunmasında ortak sorumluluk üstleneceklerini belirtmişlerdir.


Bilginin iletilmesi sürecinde yer alan akademik camiasının bütün üyeleri; derslerde, üniversite içinde ve dışındaki araştırmalarda araştırma sonuçlarını yayınlamak, tartışmak ve yorumlamakta özgürdür,
Üniversite öğretim kadrosu ve yönetimi, Üniversitenin her mensubunun kişisel bilimsel görüşünü ifade ve sanatsal dışavurum hakkını korumakla yükümlüdür,
Üniversitenin, hiçbir mensubunun kişisel görüşünü ya da bu görüşün kamuoyu önünde ifade edilmesini etkilemeye veya kontrol altına almaya teşebbüs etmez,
Üniversite, mensuplarının birer yurttaş olarak her türlü tercihine saygı gösterir, Diğer taraftan doğal olarak üniversite öğretim üyelerine akademik özgürlük hakkı, aşağıdaki yükümlülükleri de beraberinde getirir:
Gerek Üniversite camiasına, gerekse kendi mesleğine karşı ahlakî yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmek,
Bireysel düzeyde ve işbirliği ruhu içerisinde, mükemmeliyete, yenilikçiliğe bağlılık ve öğretim ve araştırmada bilginin sınırlarını ileriye götürmek,
Üniversiteye olan sorumlulukları, bireysel haklardan ayrı tutmak ve kamuoyu önünde ifade edilen görüşlerin, üniversiteyi hiçbir şekilde bağlayıcı olmamasını ve temsil etmemesini sağlamak, gibi hükümler de koymaktadırlar,

Bilim adamı bağımsız düşünebilen ve üreten, ürettiğini insanlık yararına sunan kışıdır. Sınırsız özgürlük ortamında bir bitki toprakta kendi başına gür olarak nasıl gelişiyorsa bilim adamı da özerk üniversitede böyle gelişmelidir. Bilim adamı sınırsız düşünme ortamında kendisini ifade edebilmeli ancak topluma karşı etik sorumluğunu taşımak kendisine kalmalıdır. Mehmet Yapıcı (CBY 2003 sayı 825) özgür akademik ortamı ve yaşamı şöyle tanımlamaktadır “patron rolündeki birinin veya birilerinin olmadığı, kişi görüş ve düşüncelerini açıklamaktan çekinmediği ve kendisini baskı altında hissetmediği ortam. Çünkü patron ne zaman ne yapacağını söyleyen kişi rolünün üniversitelilik bilinci ile uyuşmamaktadır. Her üniversiteli Mevlana'nın deyişi ile “biraz divane” yapılıdır. Fakat üniversite öğretim elemanları için bahsedilecek bir sınırlama vardır; o da meslektaşlarının entelektüel baskısıdır. Yani oto kontrol sistemi ile aklın aklı kontrol etmesi, eleştirmesi ve sorgulamasıdır. Bunun dışında hiçbir meslek veya otorite üniversite öğretim elemanlarının özgürlüğünü güvence altına alamaz almamalıdır da. Tabii akademik özgürlük bireylerin keyfi uygulama ve söylemleri anlamada ele alınmamalıdır. Bu nedenle akademik özgürlüğün kurumsal sorumluluk ve kamusal vicdanı göz önünde bulundurulması gerekir. Üniversite özerkliği bilimin kamuya yönelik hizmet ve sorumluluğundan dolayı devletten ari olarak gelişmiştir. Devlet doğası gereği statükoyu korur, ama üniversiteler değişime ve gelişmeye açık olmak zorundadır. Bu nedenledir ki çağdaş dünyada demokratik kültürün ve ortamın geliştirilmesinde ve bilimsel doğruların elde edilmesinde üniversiteler önemli kurumlardır. Bu anlamda gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde üniversite özerkliği ve akademik özgürlük büyük farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde akademik özgürlük kullanımı bir şekilde güvence altında iken az gelişmiş ülkelerde ise temel insan haklarının bir çok yönden kısıtlanması görüş ve fikir açıklamanın izne tabi olması gibi nedenlerden dolayı istenildiği gibi kullanılamamaktadır. Batıdaki akademik özgürlüğe bir örnek İsrail Filistin sınırında sembolik olarak İsrail sınırını taşlayan ve görüntülere dünyaya dağıtılan ABD Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Edward Said için yapılan kamuoyu baskısına üniversite yönetiminin net ve açık cevabı olan öğretim elemanları düşüncelerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılamaz. Bu bakış açısı batı türü akademik özgürlüğün nasıl ifade edildiğine çok güzel bir örnektir.

Bütün dünya bilgi çağının gereği olan beyin fırtınası ile başta öz eleştiri ile üniversitelerdeki işleyiş mekanizmalarını her boyuta tartışırken, ülkemiz üniversiteleri maalesef değişik düzeydeki kaygıları nedeniyle ulusal sınırlar içerisinde muhafazakar bir tutum sergileyerek gelişmenin ve dolayısıyla da değişimin önünde engel olmuşlardır. Gelişmeyen değişemez, değişmeyende dünyaya ayak uyduramaz. Başta Avrupa ülkelerinin yerleşik üniversiteleri aralıklarla sistemlerindeki işlevsiz ve rekabet edemez hantal yapılarını değiştirerek sürekli dinamik yapıları hedeflerken, bizler halen bilim kuruluşlarını nasıl kendi dünya görüşümüze yakın ve bir dediğimizi iki etmeyecek atamaların peşindeyiz. Son 23 yılda ağır YÖK uygulamasının sonucu üniversiteler nicel büyüme, artan yayın sayısı dışında nitelik yönünden daha da geriledikleri sıkça eleştiri konusu olmuştur. Bugün gelinen durumda üniversitelerimiz dünya ölçeğinde bilim ve bilgi üretecek ve teknolojiye dönüştürecek yetişmiş, konusunu bilen entelektüel insan yetiştiren yapılanmanın çok gerisinde bulunmaktadır. Mevcut hali ile vizyonu kısır ve statükocu bir yapıda bulunmaktadırlar. Prof. Hasan Yazıcı ve Orhan Bursalının CBT ekinin 881 nolu sayısındaki yazılarında işledikleri konular daha önce prof. Dr. Cahit Arf’ın da belirttiği gibi yükseköğretimimizin istisnalar dışında üniversiteleşemediğini ve orta öğretim düzeyinde öteye geçemediğini belirtiyorlar. Prof. Hasan Yazıcı Türk üniversiteleri halen “bir düşünce ve bilgi üreten kurum” değiller diyor ve ekliyor “birikmiş bilgiyi, o da yarım yamalak aktarmaya çalışan bir meslek okuludur”. Dolaysıyla bu kurumlarda öğrencilik yapıp profesörlüğe kadar çıkan akademisyenlerde üniversiteyi gördükleri gibi benimsemekte ve aynı şekilde kısır döngü içinde üniversitelilik bilinci gelişmemektedir. Yine CBT ekinin 879 nolu sayısında Levent Sevgi ve Nejat İnce’nin kalem aldığı “Ülkemizde Ar-Ge, yayın ve insan gelişim ilişkiler” başlıklı makale ülkemizin bilim ve teknoloji yapımında ne denli geride olduğunu ve bunun nedenleri arasında bilimin kurumsallaşamadığı vurgulanmaktadır.

Türkiye’de Özerk Üniversite Talebinin Tarihçesi
Her ne kadar İstanbul Üniversitesi 550cı yıl dönümünü kutladıysa da gerçek anlamda üniversite öğretimi Cumhuriyet döneminde başlamış ve 1933 ve 1946’da 4936 sayılı yasa ile çıkarılan özerk üniversite açılımı ile zirveye çıkmış ve daha sonraki yıllarda aralıklarla yapılan müdahalelerle üniversite özerkliği tırpanlanarak anayasallaştırılmıştır. 1946 yılındaki üniversite özerkliğinin başladığı ve Köy Enstitülerinin kurulduğu dönemde ki Türk eğitim modeli UNESCO tarafından Dünyaya örnek olarak gösterilmektedir. Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyettin eğitim projesinin bu dönemde şahlandığı ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir. Bu dönemden sonra soğuk savaş bahanesi ile ülkemizin önüne konulan süreç sonucu insanlarımız birbirine düşürülmüş, toplumun en dinamik kesimi olan üniversite gençliği ağırlıklı olarak olaylara da taraf oldukları için üç kez ülkede darbe yapılmış ve her seferinde de üniversiteler sorunların merkezi olarak gösterildiği için üniversiteler zapturapt altına alınmıştır. Üniversiteleri kontrol edemeyen iktidarlar üniversite özerkliğini fazla bulup askıya almış, o dönemde ki ifade ile “üniversiteleri ehlileştirmek” iddiası, yani “terbiye” etmektir. Farklı düşünceye, alternatif bakış açısı üniversitelerin etrafına yaklaştırılmamıştır. Altı Kasım 1982 yılında 2547 sayılı yasa ile kurulan YÖK tamamen o dönemin anlayışına uygun olarak sıkı merkeziyetçi ve üniversitelerin iç işlerine müdahale edecek şekilde yasal güce sahip olarak kurulmuştur.

Sonuç ve Vargı

Ülkemiz yükseköğretiminin hızla kendisini içine girdiği statükocu durumdan kurtaracak ve geleceğin yetişkin bireylerini üniversitelilik bilinci ile yetiştirmek zorundadır. Aksi taktirde siyasetin bugün kaybettiği zemin durumuna düşer. Matbaa’nın ülkemize 200 yıl geç gelmesinin bedelini bugün hep beraber çekmekteyiz. Dünün hesabını halan vermeyen bir ulus olarak yarını elimizden kaçırmamak için YÖK yasası mutlaka üniversite dinamikleri tarafından her türlü kaygıdan ve ön yargıdan uzak olarak tartışılmak zorundadır. Bugün dünyanın gerçeği bilim ve teknoloji üretme bilincinin ve geleneğinin kazanması üzerine kuruludur. Bu bilinç ve gelenek ancak özerk ve özgür ortamlarda gelişir. Genç ve dinamik nüfusu sahip ülkemiz özerk üniversite anlayışı ile bilgi toplumunu yakalamak dileği ile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder